Çanakkale Şehitlerine Şiiri – Mehmet Akif Ersoy
İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy‘un müthiş kaleminden çıkan Çanakkale Şehitlerine şiiri, içerdiği anlam itibariyle kişiyi Çanakkale Savaşına götürüyor. Bununla beraber Mehmet Akif aslında bu savaşa hiç katılmamış, hatta savaş esnasında Çanakkale‘den çok uzakta, bugünkü Arabistan yarımadasındaydı. Teşkilat-ı Mahsusa tarafından bir heyet ile beraber oradaki isyanları bastırmakla vazifelendirilen Mehmet Akif ve arkadaşları, Çanakkale savaşından haber almak için El Muazzam istasyonuna varırlar. Gelen telgraf ile Çanakkale’de yedi düvele karşı büyük bir zafer alındığını öğrenen Mehmet Akif, işte bu haber üzerine Çanakkale Şehitlerine Şiiri‘ni burada, Çanakkale’den kilometrelerce uzakta yazar.
Bu şiir, resmen Çanakkale şehitlerine Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan bir destandır, o Çanakkale Zaferi destanının yazıya dökülmüş halidir. Lafı çok uzatmadan sizleri Çanakkale Şehitlerine Şiiri ile baş başa bırakırken, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi hakkında özet olarak yazdığımız ve Nusret mayın gemisi, Seyit Onbaşı ve daha nice hikayeleri barındıran yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.
Çanakkale Şehitlerine Şiiri
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşına da,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz.
Sonra melundaki tahribe müvekkel esbap,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harap.
Öteden saikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyare .
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer ;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı Selâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Çanakkale Şehitlerine Şiirinin Aruz Ölçüsü Nedir?
Çanakkale Şehitlerine şiirinde mesnevi tarzında bir kafiye şeması bulunmaktadır. Genellikle zengin ve tam kafiye kullanılmıştır. Çanakkale Şehitlerine şiiri aruz vezninin feilâtün / feilâtün / feilâtün / fâilün (feilün) kalıbı ile yazılmıştır.[1] Mehmet Akif, bu şiirde hakikatte çok uzun bir konu olan savaş sahnelerini çok veciz bir şekilde ustalıkla kısaca anlatmaktadır. Her olayı bilen hakim anlatıcı konumundadır. Bu şiirdeki edebi sanatlar ise incelenmek istense, bu ayrı bir makalenin konusu olacaktır.[1]
Çanakkale Şehitlerine Şiiri PDF
Çanakkale Şehitlerine şiirini aşağıdaki görsellerdeki gibi PDF halinde indirmek için tıklayınız: Çanakkale Şehitlerine Şiiri PDF.
[1] Ayrıntılı bilgi için: Ay Bedir Halindeydi, Zafer Kazanıldı