18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi – Çanakkale Geçilmez!
Her yıl 18 Mart’ta kutlamakta olduğumuz Çanakkale Deniz Zaferi’ni neden kutluyoruz? 18 Mart bizim için neler ifade ediyor? 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin mana ve ehemmiyeti hakkında kısaca bilgi verelim. Çanakkale Savaşlarındaki ilk şehitlerimiz, Nusret Mayın Gemisi ve Seyit onbaşının o muhteşem hikayesini sizlere aktardık. Bu vesileyle başta Çanakkale Deniz Zaferi şehitlerimiz olmak üzere tüm şehitlerimize Cenab-ı Haktan rahmet diliyoruz. Ayrıca Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale savaşını destansı bir dille anlattığı Çanakkale Şehitlerine şiirini de okumanızı tavsiye ediyoruz.
Hasta Adam; Osmanlı (!)
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti son devirlerinde iyice zayıflamış ve “Hasta Adam” unvanını almıştı. Osmanlının zayıflığından istifade etmeye çalışan dış güçlere devleti içten kemiren kurtlar da katılınca Osmanlı kısa sürede yıkılmaya doğru yön almıştı. Dünya dengesini oluşturan büyük güçler Osmanlı Devleti’ni kendi aralarında paylaşmaya başlamışlardı. Bu minvalde I. Dünya Savaşı’nın başında da savaş bakanı olan Lord Kitchener şöyle diyordu:
Hintliler bile Türkleri yener, hem de tek elleri ile…
Lord Kitchener
I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlıyı saf dışı bırakmak, asırlardır hayalini kurdukları Osmanlının başkenti olan İstanbul’u ele geçirmek ve müttefikleri Rusya’ya yardım edebilmek amacıyla İngiliz ve Fransızlar Çanakkale Boğazının geçilmesini istiyorlardı. Çanakkale Boğazını geçmek onlar için çocuk oyuncağıydı. Çünkü onlar maddi yönden dünyanın en büyük donanmasına sahiplerdi. Üstelik Osmanlının hastalığı da iyice artmakta, artık alınan ilaçlar fayda vermemekteydi. Balkan Devletleri karşısındaki acizliği bunun en son örneği idi. Bir zamanların dünyaya hükmeden devleti şimdi birkaç Balkan çapulcusu devlete yenilmişti. Hal böyle olunca da bu en büyük donanma hiç karşılık görmeden ve kara askerine ihtiyaç duymadan boğazı geçebileceğini zannediyordu. Gerçekten de maddi açıdan düşünüldüğü zaman onların düşündüğü gibi idi. Çünkü boğaza girdiklerinde onlara karşılık verecek ne topumuz ve ne de atışlarına karşı koyabilecek yeterlikte mermimiz vardı.
Düşmanın seri ateşli 168 topuna karşılık bizim askerlerimizin adi ateşli 17 topu vardı. Ayrıca kale ve tabyalarımızın da bu güçlü donanmaya dayanabilmesi oldukça zor görünüyordu. Bütün bu gerçekleri hem düşman kuvvetleri, hem müttefikimiz Alman Genelkurmaylığı, hem de Osmanlı komutanları biliyorlar ve donanmanın boğazdan kolayca geçebileceğini düşünüyorlardı.
Çanakkale Deniz Savaşlarında İlk Şehitlerimiz Veriliyor
Tüm bu sebeplerle hazırlığını yapan düşman kuvvetleri 3 Kasım 1914 tarihinde boğazın giriş kısmındaki kale ve tabyalarımızı ateş altına aldı. Bu bombardıman sırasında Seddülbahir Kalesinde bulunan 5 Subay ve 81 erimiz şehit olmuşlardır. Bunlar Çanakkale Muharebelerinin ilk şehitleridir. Bundan sonra düşman donanması çeşitli aralıklarla boğazı geçmek için çabalamıştı. 15 ve 29 Şubat’ta yapılan taarruzlarda düşman donanması toplarımızın atış mesafesinin dışında durarak tabyalarımızı ateş altına aldılar. Bu taarruzlarda birkaç düşman donanması isabet alarak yaralanmıştır. Düşmanın attığı yüzlerce topa imanlı göğüslerini siper eden şanlı Mehmetçikler yaptıkları tek tük ama isabetli atışlarla düşmana gözdağı vermişlerdi. Maddi güçlerine güvenen düşman amiralleri bu saldırılardan sonra Londra’ya şu mesajı çekeceklerdi:
“Kaybımız ve hasarımız çok az… Hava durumu çok müsait… 14 güne kadar İstanbul’u ele geçireceğiz…”
18 Mart: Haçlının Son Birleşik Armadası Taarruza Başlıyor
Ve tarihler 18 Mart’ı gösteriyordu. Haçlının son birleşik armadası, medeniyetin ve tekniğin bütün imkânlarıyla teçhiz ettiği 18 zırhlısını üç filo hâlinde Boğaz sularına sürmeye hazırlanıyordu. Daha evvel boğazda mayın taraması yaparak temiz raporu veren Binbaşı Brodie herkesin içini rahatlatmıştı. Düşman son hazırlıklarını yaparak bütün gücüyle boğaza girmiş ve muhteşem bir bombardımanla boğazın her iki tarafındaki kale ve tabyalarımızı dövmeye başlamıştı. Uzak mesafelerden attıkları mermiler tabyalarımızı perişan ediyordu.
Çanakkale Deniz Harekâtında Türk kuvvetlerinin başında Miralay Cevat (Çobanlı) Paşa vardı. 18 Mart günü çok kanlı geçiyor, düşman Türk askerlerine aman vermeden atışlarını sürdürüyordu. Dardanos Bataryası isabet aldığı bir mermiyle infilak etmiş ve buradaki Hasan ve Mevsuf adındaki kumandanlarla birkaç erimiz şehit olmuştur. Daha sonra bu batarya Hasan-Mevsuf Bataryası adıyla anılacaktır.
Mayın taraması yaptırarak temiz raporu alan donanma boğazda rahatça ilerlerken başına gelecek hadiselerden, Nusret Mayın gemisinin döktüğü mayınlardan habersizdi. Gâfiller bilmiyorlardı ki, Yüzbaşı Hakkı Bey 17-18 Mart gecesinin bulutları altında elde bulunan son 26 mayını Nusret’e yükleyip büyük bir itina ve tarihe yön verecek şekilde denize dökmüştü.
Nusret Mayın Gemisi Mayınları Boğaza Nasıl Dizdi?
Çanakkale’de görevli mayın kumandanı Binbaşı Nazmi Bey askere çok yakınlığıyla bilinen, cesur ve dürüst bir komutan olan Miralay Cevat Paşa’ya gelerek: “Paşam, askerimiz az, mühimmatımız kıt ve yiyecek bitmek üzere. Düşman büyük bir taarruza hazırlanıyor. Maazallah boğaza dayanırlarsa karşılık veremeyiz” diyor. Buna çok üzülen Cevat Paşa “Yüzyıllardır Osmanlıya başkentlik yapmış olan Bab-ı Âlînin düşüşünü görmek bize mi nasip olacaktı Nazmi Bey. Keşke Allah bizim canımızı alsa da Osmanlı’nın düşüşünü göremesek” diyerek üzüntüsünü belirtiyor. Bu üzüntüyle Kilitbahir köyündeki Cahidi Sultan Türbesini ziyaret ediyor. Burada kısa bir uykuya dalan Cevat Paşa rüyasında Karanlık Liman üzerinde altın çiçeklerle bezenmiş “Kef” ve “vav” harflerinin sahile paralel bir şekilde ve ince sıra halinde dizildiğini görüyor. Uykusundan uyanan Cevat Paşa karşısında bir zatı görür. Karşısındaki zat Cevat Paşa’nın üzgün halini görünce sebebini sorar. Cevat Paşa başından geçen hadiseleri anlatır. Karşısındaki kişi hidayet ile onun rüyasını şöyle tabir eder: “Senin rüyada gördüğün “kef” ve “vav” harfleri ebced hesabına göre 26 sayısına denk gelmektedir. Sizin bu kadar mayınınız olsa gerek. Onları bir an önce denize döşeyiver”.
Bunu öğrenen Cevat Paşa mayın kumandanı Nazmi Bey’i çağırarak bu gece mayınları denize döşemesini söyler. Nazmi Bey, Nusret Mayın Gemisi kumandanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Bey ve 51 mürettebatla birlikte o gece Almanlar tarafından patlamaz diye cephe gerisine kaldırılan ve tamamen Türk yapımı olan bu mayınları döşemeye çıktılar. Mayınlar döşendikten sonra geri çekildikleri esnada denizde devriye gezen düşman gemileri projektörlerini yakmış denizi tarıyorlardı. Tam bu sırada Dardanos bataryasından da birkaç erimiz ışıldakları gayri ihtiyari yakarak düşman gemisinin ışıklarıyla çarpışmaya başladı. İki ışık karşı karşıya gelince ortada bir kör nokta oluşmuş ve Nusret Mayın gemisi bu kör noktadan kolayca geçmesini bilmişti. Ama Yüzbaşı Hakkı Bey bu heyecana dayanamayarak kalp krizi geçirmiş ve şehadet şerbetini içmişti.
Bir şehit vermemize rağmen görev tamamlanmış ve Nusret işini başarıyla yapmıştı. Bu sayede bugün kutlamakta olduğumuz 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferine zemin hazırlanmıştı. 18 Mart 1915’te düşman gemileri bu mayınlara çarpmış ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Mayınlardan küçük bir yara alarak yoluna devam etmekte olan Ocean gemisi de Havranlı Seyit Onbaşının attığı 215 okka yani 276 kiloluk mermi ile bacasından vurulmuş ve gemi ikiye ayrılmıştı.
Seyit Onbaşı Ocean Zırhlısını Vuruyor
Niğdeli Ali bunlar arasında sağ kalanlardı. Seyit toprak altında kalmış ve bayılmıştı. Uyandığında yanında Ali’yi gördü ve arkadaşlarını sordu. Ali arkadaşlarının şehit olduğunu söyledi. Bunun üzerine doğrulan Seyit boğazı yara yara gelen Ocean gemisini gördü. Bu gemi eğer boğazı geçerse İstanbul düşecekti. Seyit bunun farkındaydı. Yanında duran mermilere ve topa baktı. Topun vinci yediği mermi darbesiyle kırılmıştı. Yanındaki Ali’ye kendisine yardım etmesini söyledi. Ali ile tuttukları mermiyi Seyit sırtına alarak topa sürer. Ancak Seyit ve Ali hiç top kullanmamıştır. Karıştırdıkları sırada top birden ateşleniverir. Gemiye doğru giden top birincide hedefi tutturamamış mermi geminin arkasına düşmüştür. Arkasından ikincisi gelir bu defa da geminin önüne düşer. Üçüncü de Seyit’in dudakları kıpırdamaktadır. Bir şeyler okumaktadır. Ve Seyit bismillah der, Besmelenin Sırrı ve Fazileti ile üçüncüyü fırlatır ve mermi Ocean gemisinin bacasından girerek gemiyi ikiye ayırır. Böylece donanmadan birkaç gemi sulara gömülmüştür. Birçoğu da yaralanarak geriye kaçmak zorunda kalmıştır. Seyit büyük bir iş başarmıştır. Bu olaydan sonra Müstahkem Mevki Kumandanı Miralay Cevat Paşa Seyit’e onbaşılık rütbesi vermiştir. Daha sonra normal mermiyi kaldıramayan Seyit bunu o anki ruh haliyle yaptığını söyler. Sonra Seyit’e tahtadan maket bir mermi yaptırılarak bununla birlikte fotoğraf çektirmiştir.
Savaştan sonra köyüne giden Seyit’e maalesef devlet destek çıkmamıştır. Seyit önce bir yağ fabrikasına girmiş, ancak hastalığı sebebiyle işten atılmıştır. Bundan sonra baba mesleği olan odunculukla geçimini sağlamaya başlamıştır. Ormandan kestiği ağaçları merkezdeki fırınlara satarak hayata devam etmiştir. Ancak 1939 yılı Kasım ayında şiddetli bir yağmura yakalanarak zatürreden vefat etmiştir. Kendisi çok mütevazi bir insan olup yaptıklarını Allah rızası için yapmış, maddi olarak hiçbir şey istememiştir. Bunu kendi kızı Ayşe Yıkar hanımefendi şöyle söylemiştir:
“Babam hamallık yaptığı sırada veremden öldü, ama o daha önce ölmüştü… Gençliğimde hep aç ve sefil bir hayat yaşadı… Babamdan geriye hiçbir şey kalmadı. Zaten bir şeyi de yoktu… Devlet en azından son zamanlarında huzurlu bir şekilde ölmesi için imkân sağlayabilirdi. Babam devletin bir çivisinden bile yararlanmadı.”
İşte, Adab-ı Muaşeret mevzusunu anlattığımız yazımızdaki gibi, Seyit Onbaşı gibi nice Anadolu insanımız karşılık ve menfaat beklemeden cennet vatanımız uğrunda cephede kan dökmüştür. Bu sebeple, günümüz insanının da bu Adab-ı Muaşeret Kurallarını hem kendileri tatbik edip hem de çocuklarına öğretmelidir.
Hasan-Mevsuf Tabyasının Çanakkale Savaşındaki Önemi
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin sembolü haline gelen Hasan Mevsuf kimdir? Bu isim bir kişinin adı olmayıp aynı anda şehit olan Üsteğmen Hasan Hulusi ile Teğmen Mehmet Mevsuf’un adlarının birleştirilmesinden meydana gelir.
Teğmen Mehmet Mevsuf, 1893 yılında Trablusgarp’ta doğmuş, 1914’te Harp okulundan mezun olmuştur. Şehit olduğunda Dardanos Tabyasında takım subayı (veya gözetleme subayı) idi.
Dardanos Tabyası Komutanı Üsteğmen Hulusi ise 1886’da Kilitbahir’de doğdu. Harp Okulunu 1906’da bitirdi. Bir sene de Mühendishane-yi Hümayun’da okuduktan sonra Karadeniz Boğazı Müstahkem Mevki Komutanlığında görev aldı. O devirde Boğaziçi’nin, Büyükdere’den Rumelikavağı’na kadar olan kesiminde bir deli dolaşmaktadır. Çoluk çocuk bu sakalı karışık, giyimi pejmürde adama “Hindibaba” diye takılırdı. Hindi baba bir gün Hasan Hulusi’nin yolunu keser: “Hasan, Hasan, beni dinle, Çanakkale’de kıyamet kopacak, orasını sen fethedeceksin” der. Hasan güler, omuz silker ve yoluna devam eder. Savaş başladıktan sonra Hasan Hulusi Telli tabyadaki görevinden alınarak yeni teşkil edilen Çanakkale set bataryalarından Dardanos Tabyasına komutan atanır.
Kepez’in güneyinde, muhtemelen Antik Truva krallığının bir şehri olan Dardanos’ta kurulan bu bataryanın 5 topu vardı. 15 santimetrelik seri ateşli İngiliz Vickers toplarından 3’ü eski “Asari Tevfik” savaş gemimizden, 2’si “Muin-i Zafer” adlı diğer bir eski gemimizden çıkarılmış bahriye topları idi.
Dardanos tabyasının başlıca görevi, Boğazı kapayan mayınlarımızı, düşman mayın tarayıcılarına karşı korumaktı. 18 Mart Deniz Savaşının ilk saatlerinde isabetli atışlarıyla İngiliz Triumph ve Prince George zırhlılarını zor duruma sokmuş ve donanmanın bütün ateşini üzerine çekmişti.
Muharebe süresince çevresine 4 bin kadar mermi düşmesi tabyanın görevini yapmasını engelleyemedi. Ne var ki öğleden sonra Tabya Komutanı ile 5 er şehit oldular. Üsteğmen Hasan Hulusi’nin babası Emekli Yüzbaşı İsmail Bey’e verilen bilgiye göre olay şöyle oldu. Bouvet’nin batışından sonra gözetleme yerindeki Batarya Komutanına telefona çağrıldığı bildirildi. Çağıran Tabur Komutanı Nihat Bey’di. Telefonun bulunduğu siper, gözetleme yerinden biraz uzakta ve o anda düşman mermilerinin fazlaca düştüğü bir yerdi… Üsteğmen telefona giderken arkasına takılan Mevsuf’a niçin geldiğini sorar. Üstü başı toz toprağa bulaşmış Mevsuf da çok susadığını söyler. İkisi de telefonun bulunduğu sipere girer girmez, bir düşman salvosu siperin önündeki toprağı kaldırır ve üzerine yığar. Topraklar elden geldiği kadar çabuk kaldırılırsa da altında kalanlar artık yaşamamaktadır.
Bütün bu olaylar sırasında batarya aralıksız ateşe devam etmiştir.
Müstahkem Mevki Komutanı’nın bir emri ile tabyanın adı hemen değiştiriliyor. Artık Dardanos değil, Hasan Mevsuf tabyası savaşa devam ediyor. Komutayı da karargâhtan görevlendirilen Üsteğmen Ali alacaktır.
19 Mayıs Cuma… Bir gün evvel Albay Cevat Bey, Cevat Paşa olmuştur. Cevat Paşa, subaylar, 3000 er ve büyük bir halk topluluğunun katıldığı sade bir törenle kılınan Cenaze Namazının ardından 18 Mart Şehitleri Çanakkale Değirmenlik Mezarlığında toprağa verildi. Cevat Paşa, Üsteğmen Hulusi’nin mezarı başında yaptığı bir konuşmayı şu sözlerle bitiriyordu:
“Askerler!… Burada Hasan arkadaşınız yatıyor. Fani mevcudiyetinden daha çok işler beklenirken, şehitlik mertebesine erişip ebediyete intikal etti. Elbette bu zaferler bizi şerefli bir sulha kavuşturacak, hepiniz birer gazi olarak evlerinize döneceksiniz. Komutanınız ve silah arkadaşınız olarak sizlerden talep ediyorum: İlk doğacak oğlunuzun adını “Hasan” koyun ki onun içimizde yaşayan kahraman ruhu ile ismini de ebediyen yaşatalım.”
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinden üç yıl sonra Hasan, Mevsuf ve diğer 4 şehidin naaşları Değirmenlik Mezarlığından alınarak Hasan Mevsuf tabyasının bulunduğu tepenin arka yamacına defnedildi ve buraya “Hasan Mevsuf Şehitliği” denildi.
Artık Çanakkale Boğazı, onların manevi bekçiliğine, sonsuza kadar bırakılmıştı…
Kızını Görmeden Şehit Olan Yüzbaşı Hasan Bey
18 Mart 1915 Deniz Harekatında üstün başarılar gösteren Hasan-Mevsuf Batarya Komutanı Yüzbaşı Hasan Bey’in kızı dünyaya gelir. İstanbul’dan Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na telgraf çekilir. Bu telgrafı alan Cevat Paşa atı ile bataryaya gelir.
“Evladım Hasan, kızın dünyaya gelmiş. İstanbul’dan haber geldi. Allah bağışlasın. İzinlisin, kızını görmeye gidebilirsin” der.
Hasan Bey; “Komutanım, vatan daha mukaddes, bu durumda cepheyi terk edip da kızımı görmeye gidemem. İsmini Didar (göz bebeği, sevgili, özlem) koysunlar. Nasipse sonra görürüm” diye cevap verir.
O gece tüm batarya, gemilerden atılan mermilerle şehit olur. Didar Hanım 78 yaşına kadar İstanbul Paşabahçe’de oturmaktaydı. Hasan Bey vatan müdafaasını daha mukaddes bilerek kız evladı Didar’ı hiç görmemiştir. Bugün de biz, Ecdadımızın miras bıraktığı, uğrunda kan döktükleri bu cennet vatanı her türlü tehlikeden korumak ve aziz Türk milletinin torunlarına yaşayabilecekleri bir vatan bırakmakla mükellef olduğumuzu bu 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ile anlamış olduk. Hz. Mevla vatanımızı, milletimizi iki cihanda mamur eylesin. Amin.
Bu vesileyle yakın tarihimizin son zaferlerinden olan ve her Türk gencinin öğrenmesi gerektiği Kıbrıs Barış Harekâtı, eski ve efsanevi kıssalarımızdan Başını Vermeyen Şehit ve diğer bir Çanakkale Savaşları kıssası olan Bedeli Çanakkele’de Ödenecektir yazılarımıza da okumanızı tavsiye ederiz.